Futbol asla sadece futbol degildir. 'Çirkin Krallar İmparatorluğu'mda bir baska kral:. "Ailem Nijeryalı ama ben Togo’da doğduğum büyüdüğüm için kendimi Togo’lu hissediyorum. Annem Togo-Gana sınırında açık pazarda et satardı, hayal ...
‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ ‌ 

Click here to read this mailing online.

Your email updates, powered by FeedBlitz

 
Here is a sample subscription for you. Click here to start your FREE subscription


"Journey To Blueness" - 5 new articles

  1. Van Persie'nin Sevmedigi Adam
  2. Amasya Genelgesi
  3. Türkiye'nin Geleceğini Öngörmek
  4. Suriye'nin Kurtuluş Savaşı
  5. UÇAK GEMİSİ: Özgürlüğe İnanış
  6. More Recent Articles

Van Persie'nin Sevmedigi Adam

Futbol asla sadece futbol degildir.
'Çirkin Krallar İmparatorluğu'mda bir baska kral:

"Ailem Nijeryalı ama ben Togo’da doğduğum büyüdüğüm için kendimi Togo’lu hissediyorum. Annem Togo-Gana sınırında açık pazarda et satardı, hayal edemeyeceğiniz kadar yoksulduk. Evin damı akardı, elektrik, tuvalet yoktu. Ailede en ufak bendim. Çocukluğumda yürüyemeyediğim, ayaklarımı hissetmediğim de sonra kilisede benim için edilen duaların ardından kalkıp yürümeye başladığım da doğrudur, insanlar bunu bir şehir efsanesi sanıyor ama ben buna mucize diyorum.

Futbolcu dayım Djima Oyawole olmasaydı futbolcu olamazdın. Onun formasını giydiği Metz’den önce Lome diye ufak bir kulübe gittim, ne krampon verdiler ne de malzeme. Uzun boylu ve çok zayıftım. Antrenör geldi ve bana “Üflesem uçarsın, senden futbolcu olmaz” dedi. Ağladım ve dayımın yanına koştum, akşam antrenörün kapısını çaldık ve dayım “Yeğenim çok yetenekli, bir idmanda görmeden karar verme” dedi. O idmanda göze girdim, evden antrenmana gitmek için her gün 15 km. yol yürüyordum, bir gün idmana geç kalmadım. Togo U15 takımıyla sonuncu olduğumuz Burkina Faso’daki şampiyonada en iyi oyuncu seçtiler beni.  
Ajax beni çağırıyordu ama havaya girmiştim, vize için evrakları bile doldurmadım. Üç ay sonra İsveç’teki gençler turnuvası Metz kulübünde önümü açtı. Kanu benim idolümdü ve daha ligde oynamadan ülkem Togo’da beni kral ilan ettiler, Metz’e giderken havalanaında 250 kişi davul çalıyordu arkamdan. Gülmeyin, futbolun kralıydım, Fransa Ligi’ne gidiyordum. 
Ekim 99’da Metz'e geldiğimde birkaç tişörtü, üç gömleği iki de kasketi olan 50 kg bir gençtim, bana güldüler, utandım ama daha da kötüsü dondum. Metz buz gibiydi, birkaç gün soğuktur geçer dedim ama geçmedi,  idmanlarda soğuktan ayaklarımı hissetmiyordum, imza günü “Ben yapamayacağım” dedim, antrenörüm “Koş ve koşarken konuş Manu” dedi, dudaklarım buz kesmişti, nasıl konuşacaktım ki!
O gün şunu düşündüm, Togo’ya dönersem bir ay kral bendim, 400 Frank’ım bittiğinde peki ne yapacaktım? Kaldım ve alt yapının en iyisi olmayı başardım. Metz ile 1. Lig’de 10 maç oynadıktan sonra beni  Milan, Juventus, Chelsea istedi ama hocam “Manu ikinci ligde kal ve geçen sezon yaptıklarının tesadüf olmadığını ispatla ve 11 oyuncusu olduğunu herkes öğrensin” dedi. Ona inandım, aynı zamanda orada harika bir “kardeş”im oldu, Mamadou Niang (Fenerbahçe’nin eski santrforu) Metz’den Monaco’ya gittim, Morientes, Nonda, Rothen ve Giuly takımın kralıydılar, Deschamps beni transfer etmişti ama ertesi sezon gelen İtalyan hoca  bana “Sen kimsin, seni tanımıyorum” dedi. Gitmek vaktiydi anlayacağınız… 

Ülkemde tatildeyken Arsene Wenger aradı ve Arsenal’e gelmemi ama bu haberi de gizlememi istedi. Delirdim, idolüm Kanu’nun takımı beni çağırıyordu ve bunu kimseye söylemeyecektim. Başka şansım yoktu, Wenger’e “Sizin teklifiniz benim için onurdur” dedim.  Arsenal’de Thierry Henry’den çok şey öğrendim, bana “İnsanlar Titi sen çok güçlü ve yeteneklisin diyor ama ben günde ekstra idman yapıp 100-200 şut atıyorum, bunun farkına varmıyorlar” demişti,  Barcelona’ya giderken “Arsenal’in anahtarını sana bırakıyorum” sözünü hiç unutamıyorum. Wenger, bir gün gelip “Artık ayrılman lazım” dediği gün şaşırdım çünkü Van Persie beni sevmiyordu. Manchester City’e gittim ve Arsenal’e gol attığımda uzak kale tarafındaki Arsenal taraftarlarının önünde sevinebilmek için 80 metre depar attım, bir tek takım arkadaşım durduramadı beni, aileme, bana küfretmişlerdi, ellerine geçen her şeyi atmaya başladılar ama kafamı bir saniye bile eğmedim. Size bir şey söyleyeyim mi o an, hapishane kapısından çıkıp özgürlüğüne kavuşan bir insan gibi hissettim kendimi… Ki o ailem, annem, kardeşlerim beni her zaman param için sevdiler, kaç kez intiharı düşündüm onlar yüzünden…

Arsenal neden şampiyon olamıyor onu da söyleyeyim size. Futbolu çocuklarla oynuyorlar da ondan, karşısınızda John Terry, Drogba olunca duvara çarpmış gibi oluyorduk, orta sahalarında Essien, Ballack vardı biz de de sürekli sakatlanan küçük adam Rosicky. Nasıl kazanacaktı ki? Küçük maçları yetenekli adamlarınla alabilirsin ama çoluk çocukla Old Trafford’da kazanamazsın… Mancini futbolculuğunda yıldız olabilir ama teknik direktörlüğü beş para etmezdi. Bugüne kadar ne kazandı ki? Her geldiği kulüpte 40 oyuncu alır, Man. City’de ben varken düşün ki Dzeko, Balotelli, Tevez ve Agüero’yu aldı bir de bana “Sen bana lazımsın” dedi. Çıktım gol attım, ertesi maç yoktum. Takım kendi arasında onu hep çekiştirir, kimse Mancini için oynamazdı. Real Madrid’e gelene kadar Arsenal vs için büyük kulüp diyordum ama orası bir başka alemdi. İlk gün bir malzeme seti verdiler, bütün sezon için sandım, meğerse haftalıkmış, ertesi gün idmana geldim, çocuklarınız için puset lazım mı dediler, bir gün sonra sponsorun yeni televizyonu çıkmış, devasa ekran, eve yolladılar. Bana kalsa Real Madrid’den ayrılmazdım da, işte hayat…."
Emmanuel Adebayor
   

Amasya Genelgesi

Amasya Genelgesi ilk 4 maddesi;

  1. Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.
  2. İstanbul hükumeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor.
  3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
  4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.



   

Türkiye'nin Geleceğini Öngörmek


Türkiye'nin ve dahası Ortadoğu coğrafyasının geleceğini okumak için, 16., 17.yy Avrupasında Reform dönemlerinde yaşananlara bakmakta fayda var diye düşünüyorum.

Geleceği yaratmak; geçmişi anlamak ve bugünü yaşamakla mümkündür zira.

16. yy’da Kalvinizm ve Lutherizm’in doğuşuna sebebiyet veren koşullara bakıldığında, bugünün Ortadoğu coğrafyasında yaşananların sebepleri arasında ilişki kurulabilir.
Elbette emperyal güç ve çıkar şavaşlarının yarattığı sonuçlar noktasında değildir bu benzerlik.
Bu daha çok, bölge dışı güçlerin amaçlarına, bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden bölge içi yapı ve gruplar üzerinde yoğunlaşan bir benzerliktir.

Bu örneği somutlaştıracak olursak; 15 yıllık AKP rejiminin, aydınlanma devrimini tamamlayamamış Cumhuriyet üzerinde yarattığı erezyon, RTE’nin başkanlık ısrarı ve bu uğurda yarattığı baskı, ona sorgusuz itahat edenlerin oluşturduğu inanç ortamı, 16. yy Avrupasındaki Katolik Kilisesi ve onu kontrol edenlerin, ona sorgusuz sualsiz bağlananların durumu ile benzeştirilebilir.

Işte bu noktada 16., 17. yyın Avrupa hayatındaki etkileri ve yaşananları okumak, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin geleceğini tahmin etmekte oldukça faydalı olacaktır.

15. yyda iyice bağnazlaşan Katolik Kilisesi uygulamaları ve Papalığın yarattığı baskının sonucu olan Martin Luther hareketi ve iç savaşlar, 1555 Almanya Augsburg anlaşmaşı ile son bulmuştu (kısmen).
Fransa ve Roma Imparatorluğu için Protestanlığın kabulü sayılabilecek bu anlaşma, Avrupa’nın diğer ülkeleri için aslında değişimin başlangıcıydı.
17. yy başlarında etkisi iyice artan Reform hareketi, krallıklarla prensler arasında 30 yıl savaşlarına sebebiyet vermişse de bu savaşların temeli Katolikliğe karşı doğan ve bağnaz kurallardan kurtulmuş, dini daha basit ve devlet işlerinden ayrılmış şekilde yaşamayı öngören Protestanlık savaşıydı.
Yani mezhep savaşlarıydı.
Tanıdık değil mi?

17. yy ile Avrupa’ya yayılan mezhep savaşları başta Almanya ve Avusturya olmak üzere birçok Avrupa ülkesini etkiledi.
Bu etkiyi daha somut anlatmak gerekirse; Reform iç savaşlarından önce 21 milyon civarında olan Almanya’nın nüfusu, savaşlardan sonra 13 milyonlara kadar düşmüştür.
30 yıl boyunca süren ve Avrupa’yı kasıp kavuran bu savaşlar, 1648 yılında yapılan Westphalia Anlaşması’yla sona erse de, Papa bu duruma oldukça sinirlendirmişti ve bu antlaşmayı tanımadığını bildirmişti. Bu yeni gelişme her ne kadar papalık tarafından son derece rahatsız edici karşılansa da, Hıristiyanlığın yerini Avrupalılık almaya başlamıştı.
Yani dinde moderniteye geçiş kansz olmamıştı.

Bu noktada, Türkiye ve Ortadoğu için geleceği öngörmek, Avrupa’yı kasıp kavurmuş olan Reform dalgasının günümüz Ortadoğu’sundaki benzeşmelerini ve bunun üzerine Endüstri Devriminden günümüze kökleşen Emperyalizmin etkilerini iyi kavramakla mümkündür.
Sistemin adalet ve hukuk anlayışını giderek taraflaştırması sonucu insanların adalet kavramını göremediği, yaşayamadığı zamanlarda, adaleti kendilerinin sağlama içgudusu harekete geçer.

ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmani ve 'Yeni Dünya Düzeni' projesinin mimarlarından Zbigniew Brzezinski’nin şu söylemi oldukça manidar;
Ortadoğu'da dini nefretlerin yol açtığı iç savaşlar; İran'daki aşırılık yanlıları tarafından körüklenen nükleer çatışmalar; Türkiye'de alevlenen ve muhtemelen Rus Ordusu tarafından desteklenen milliyetçi dalganın jeopolitik hedefleri; tüm bu parametrelerin her biri büyük bir bölgesel patlama ihtimalini işaret ediyor.

Not: Tüm bunların yanı sıra, 1. Dünya Savaşı koşullarını ve o dönem Itilaf Devletleri olarak anılan tarafın, doğuda yeni cepheler açmak için iç karışıkıkları nasıl tetiklediğini de iyi okumak gerekiyor.
Zira ABD şu anda tarihinin en büyük askeri sevkiyatını Polonya’ya, (Litvanya, Belerus, Ukrayna hattı sonrası) Rusya sınırına yapıyor.

Not 2: Coca Cola firması, Suriye’de “iç savaş” patlak vermeden tam 1 yıl öncesinde, Suriye’den çekilme kararı almıştı.
2015’ten bu yana, başta HSBC Bankası ve Bosch olmak üzere, hangi markaların Türkiye’den çekilme kararı aldığına bakmak, Zbigniew Brzezinski’nin sözlerini doğrular nitelikte. 
   

Suriye'nin Kurtuluş Savaşı

Suriye adım adım kendi Kurtuluş Savaşı'nı kazanıyor.
Rusya havadan Suriye Ordusu karadan adım adım kuzey, kuzey-doğuya yöneliyorlar.
Ordu Halep'i kuşattı. IŞİD ile sokak savaşları bugün itibari ile Halep'te de başladı.
Örgüt Membic'tan Bab'a kadar 40 km tünel kazmış.
Hepsi imha ediliyor.

Vakti zamanında AKePe hükümetinin desteklediği El Nusra'da eziliyor.
Dün, TC vatandaşı Konyalı Yusuf A. Halep'te öldürüldü.

Bu gelişmeler Türkiye'de Lazkiye hayalleri kuranların da (HDP genel başkanı, bir Arap şehri olan Lazkiye için "Lazkiye Kürt kantonlarına verilirse, Kürtlerin sorunu kalmaz..." diyerek ABD'nin emperyalist planlarına ortak olduklarını açıklamıştı.) ağız değiştirmesine sebebiyet verdi.
Rojava Federasyonu Başkanı; "Suriye'nin bölünmesine izin vermeyeceğiz." diyor.
Oysa ki düne kadar kantonları birleştirip Büyük Kürdistan hayalleri kuruyorlardı.

Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin Rusya'dan özür dilemesi ve bir anlamda terör ihraç eden Türkiye'nin yola gelmesi sonucunda yaşanıyor.
Hükümet Rusya - Suriye eksenli politikaya, zorla da olsa, gelmek sorunda kaldı. 
Çünkü "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh"ten başka kurtuluş  seçeneği yok.
Çünkü Ortadoğu'da medeni olabilmenin, dahası öyle kalabilmenin tek yolu yine Mustafa Kemal'in yolundan geçiyor.
Ak-it yazarları dahi bunu dillendirmeye başladılar. 

Bu politika değişikliği IŞİD'i harekete geçirdi.
Örgüt Türkiye sorumlusunu değiştirdi.
Artık Türkiye sorumlusu bir Türk değil.
Tatil beldelerinde turistleri hedef almayı planlıyorlar.

İstihbarat bunu biliyor ama ülke içerisinde çok fazla örgüt evi var ve hepsini takip edemedikleri için, vaktinde yeterli çalışmayı yapmadıkları için engelleyemiyorlar.

ABD dahi, Rusya'nın sert duruşu karşısında politikasını revize etti ve Esad ile geçişe yeşil ışık yaktı ve IŞİD ile mücadeleye öncelik verdi.
ABD planlarına ortak olan piyonların planlarındaki ve söylemlerindeki değişikliğin temel sebebi budur.

AKePe ve dolayısıyla Türkiye de milyon dolarlık dış politika hezimeti sonucunda tekrardan Esad ile görüşme rotasına girmiş durumda.

Özetle; Suriye kurtulursa, bölge kurtulur.

Peki ben bunları nereden biliyorum?
Sadece okuyorum.
Öyle başlıkları değil,  satır aralarını da okuyorum.
Siyaseten çok farklı yerlede duranların yazdıklarını ve söylediklerini yanyana koyduğunuzda, büyük bir örtüşme ortaya çıkıyor ve resim netleşiyor.
   

UÇAK GEMİSİ: Özgürlüğe İnanış

UÇAK GEMİSİ bir milletin yeniden doğuşunun hikayesi...
Geçmişini unutan, geleceğini yitirir. 
 
Prof. Dr. İlber ORTAYLI'nın sunduğu fragman

Kitabın önsözü;“Önce senaryo yazılır, sonra senaryonun filmi çekilir. Okumak üzere olduğunuz senaryo, gerçek hayatta önceden Türk Milleti tarafından çekilmiştir.”
İşte kitaptan birkaç anekdot: 
Denk Kayıkları
Fırtınalı havada Rusya’dan cephane getiren gemiler açıkta demirliyor ve o fırtınada kayıklar gemilerin yanına açılıyor. Karadeniz’in dev dalgaları kayıkları gemi hizasına denk getiriyor. O sırada cephane sandıkları sandallara itiliyor. Kayıkların ismi bu yüzden Denk Kayıkları.
Savaş uçaklarının Almanya’dan teslim alnıması ise başlı başına bir hikâye konusu.
Almanya 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış; ordusu terhis edilmiş ve elinde kullanamadığı uçaklar var. Ankara hükümeti de o uçaklara talip olmuş. Ancak yine Almanya’da savaş sonrası enflasyonist ortam var. Alman Borsası’nda spekülatif kazançlar söz konusu. Uçakların parasını teslim etmek üzere Almanya’ya giden Saffet (Arıkan) ve Nuri (Conker) Beyler, bir bankere rastlıyorlar. Banker, parayı borsaya yatırmalarını tavsiye ediyor. 29 uçak yerine 190 uçak satın alabileceklerini söyleyerek, Nuri ve Saffet Beylerin aklını çeliyor. Para borsaya yatırılıyor ve kaybediliyor. Ankara’da kıyametler kopuyor. TBMM’de Nuri ve Safet Beylerin idamları isteniyor.
Fransa’nın Ankara hükümetini resmen tanıması;
İstanbul’dan Anadolu hareketine katılmak üzere yola çıkan bir gemi, Karadeniz’deki Fransız Donanması’na ait bir savaş gemisine yakalanıyor. Hep birlikte İstanbul’a dönülecek. Gemide yer alan Türkler, içinde bulundukları vaziyetten kurtulmak üzere bir plan yapıyorlar. Kendi aralarında dümenden kavgaya tutuşuyorlar. Fransızlar kavgayı ayırırken, silahlarını ele geçirecekler ve Fransızları esir edecekler. Ancak Fransızlar pek oralı olmuyorlar. O sırada B planı devreye giriyor ve Türkler kendi aralarında horon tepmeye başlıyorar. Eğlencenin cazibesine kapılan Fransızlar horonu izlemeye dalıyorlar. O sırada Türkler Franızlar’ı komutanlarıyla birlikte esir ediyor. Fransız hükümeti, esirlerin serbest bıraklıması karşılığında TBMM ile bir anlaşma imzalıyor.


   

More Recent Articles


You Might Like